“Kibirlerinden “İnşâallah” (Allah
dilerse) demediler;
Allah da onlara beşerin aczini
gösteriverdi.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 48)
≈
“Dünyada iş, işten meydana gelir.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 76)
≈
“Allah’tan edeble başarılı olmayı dileyelim.
Edepsiz, Allah’ın lütfundan yoksun
kalmıştır.
Edepsiz, yalnızca kendisine kötülük etmiş
olmaz,
dört bir yanı ateşe vermiş olur.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 77-78)
≈
“Zekat verilmeyince bulut ortaya çıkmaz
(yağmur yağmaz);
zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 88)
≈
“Senin üzerine karanlıklardan ve gamdan
yana ne gelirse,
korkusuzluktan ve küstahlıktandır o
(Allah’tan korkmayışından ve O’na karşı
küstahlığındandır).”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 89)
≈
“Her odunun kokusu, dumanından belli
olur.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 107)
≈
“Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur.
Gönül hastalığı gibi bir hastalık yoktur.
Âşığın hastalığı, bütün hastalıklardan
başkadır…”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 109-110)
≈
“Aşk, Tanrı sırlarının usturlabıdır.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 110)
“Âşıklık bu yandan da [beşerî] olsa, o
yandan da [ilahî] olsa,
sonunda o yana kılavuzdur bizim için.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 111)
≈
“Aşkı açıklamak, anlatmak için ne
söylersem söyleyeyim,
aşka gelince o söylediklerimden utanırım.
Dilin anlatışı aydınlatıcıdır,
ama dilsiz olan aşk daha aydındır.
Kalem, yazarken koşarak gider,
ama sıra aşka geldi mi kendiliğinden
çatlar kalır.
Akıl, aşkı açıklamada eşek gibi çamura
batıp saplanır;
aşkı ve âşıklığı yine aşk açıklar.
Güneşin (varlığının) delili yine
güneştir.
Sana delil gerekse ondan yüz çevirme.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 112-116)
≈
“Ey arkadaş! Sufi vaktin oğludur.
‘Yarın…’ deyip durmak, yol şartından
değildir.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 133)
≈
“Arzula, iste, ama ölçülü iste.
Bir saman çöpü, dağı kaldıramaz.
Şu dünyayı aydınlatan güneş, biraz
yaklaşacak olsa her şey yanar.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 140-141)
≈
“Sen hangi şehirdendin. Her şehrin ilacı
ayrıdır çünkü.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 147)
“Hani birinin ayağına diken batacak olsa,
ayağını dizinin üstüne koyar.
İğnenin ucuyla dikenin başını arar.
Bulamazsa dudağıyla orayı ıslatır.
Ayağa batan diken bu denli zor bulunursa,
gönüldeki dikenin hali nice olur, cevap
ver.
Gönüldeki dikeni her bayağı kişi
görebilseydi,
kederlerin eli kimseciklere uzanabilir
miydi hiç?
Birisi eşeğin kuyruğunun altına bir diken
koyar.
Eşek onu çıkarmayı bilmez, sıçrar durur.
Sıçradıkça diken iyice batar, dikeni
çıkarmak için bir akıllı gerek.
Eşek dikeni çıkarmak için acıdan ve
yangından çifte attıkça, yüz yerini yaralar.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 150-156)
≈
“Nabız kimin adı anıldığında hızlı
atarsa,
dünyada canın arzuladığı odur.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 161)
≈
“Gönlün sırrına mezar olursa, muradın
daha tez gerçekleşir.
Peygamber: Sırrını gizleyen, muradına
tez zamanda erişir, buyurdu.
Tohum yerde gizlenince, onun bu gizlenmesi
bahçenin yeşermesini sağlar.
Altın ve gümüş gizli olmasaydılar,
madenin altında nasıl gelişirlerdi?”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 175-178)
≈
“Vaatler var, gerçektir, gönül alıcıdır;
vaatler var, mecazidir, elem vericidir.
Kerem sahiplerinin vaatleri, yürüyüp
giden bir hazinedir.
Ehil olmayanların vaatleriyse ruha
eziyettir.”
(Mesnevî-i Şerif, cilt I, beyit nu: 180-181)
≈
“Bir renk [zahirî güzellik, maddi herhangi bir sebep] ardınca olan aşklar aşk değildir, sonunda utanç kesilirler.” (Mesnevi-i Şerif, Cilt I, beyit nu: 205)
≈“Bu dünya bir dağdır, bizim işimizse bağırmaya benzer. Bağırmaların yankısı yine bize gelir.” (Mesnevi-i Şerif, Cilt I, beyit nu: 215)
≈“Ölülerin aşkı kalıcı değildir. Çünkü ölü (bir daha) bizim tarafımıza gelmez. Dirinin aşkı canda ve gözde, her dem goncadan daha taze olur. O bakî olan dirinin [Allah’ın] aşkını seç. Çünkü senin canına can katan şarabın sâkisi O’dur. Bütün peygamberlerin aşkıyla ululuğa ve makama erdikleri (Allah’ın) aşkını seç. Sen: “Bize, o padişahın huzuruna çıkmaya izin yoktur” deme. Çünkü kerem sahipleriyle işler zor değildir.” (Mesnevi-i Şerif, Cilt I, beyit nu: 217-221)
≈“Hızır’ın boğazını kestiği çocuğun sırrını halkın avamı anlayamaz. Allah’tan vahiy ve cevap alan kişi, her ne buyurursa doğrunun ta kendisidir o. Can bağışlayanın öldürmesi de caizdir; o vekildir, onun eli Allah’ın elidir… Hızır denizde gemiyi deldiyse, onun bu delişinde yüzlerce doğruluk vardır.” (Mesnevi-i Şerif, Cilt I, beyit nu: 224-226, 236)
≈“Bu riyazetler, bu cefalar ocağın gümüşten posayı çıkarması içindir. İyinin, kötünün sınanması, altının kaynayıp köpüğünün üste çıkması içindir.” (Mesnevi-i Şerif, Cilt I, beyit nu: 232-233)
≈“Sen sen ol, kanatsız uçma.” (Mesnevi-i Şerif, Cilt I, beyit nu: 237)
≈“Kötü kişinin övülmesi yüzünden Arş titrer; takva sahibi de onun övülüşünden suizanna düşer.” (Mesnevi-i Şerif, Cilt I, beyit nu: 240)
≈“Çocuk, hacamatçının neşterinden titrer; şefkatli ana ise o keder içinde sevinçlidir.” (Mesnevi-i Şerif, Cilt I, beyit nu: 244)
≈
"Her iki suretin de birbirine benzemesi mümkündür; acı su da, tatlı su da berraktır.
Bunu zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı suyu acı sudan ancak o ayırt eder."
(Mesnevi-i Şerif, Cilt: 1, beyit nu: 275-276)
≈
"Kötü adın çirkinliği, harften değildir. Deniz suyunun acılığı 'kab'dan değildir.
Harf kaba benzer, ondaki mâna su gibidir. Mâna denizi ise, Ümmü'l-Kitab'ı katında bulundurandır."
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 295-296)
Ümmü'l-Kitab:
Kur'an-ı Kerim'de, "Ümmü'l-Kitab (=kitapların anası, bütün kitapların esası), Allah'ın yanındadır." (13/Ra'd, 39. Ayrıca bkz. 43/Zuhruf, 4) buyurulmaktadır.
Ümmü'l-Kitab terimi genel kanaate göre; olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu "levh-i mahfuz"u ifade eder. Ümmü'l-kitapta her şeyin aslı, kökü, tohumu vardır; varlık alanına oradan çıkar. Peygamberlere gönderilen ilahi mesajların kaynağı da Ümmü'l-Kitap'tır.
≈
“Sahte altınla gerçek altın, ancak ayarda belli olur. Sahte ile gerçeği, mihenge vurmadıkça tahminî olarak, göz kararıyla bilemezsin.
Allah kimin ruhuna mihenk korsa, ancak o kişi, yakini (kesin olanı) şüpheden ayırt edebilir.
Canlı bir kişinin ağzına bir çöp kaçacak olsa, o adam ancak onu dışarı çıkarıp attığı zaman rahatlar.
Binlerce lokma arasında ağzına ufacık bir çöp girdi mi, canlının duyusu onu hemen algılar.
Dünya duygusu, bu dünyanın merdivenidir, din duygusu ise göğün merdiveni.
Dünya duygusunun sağlığını tabipten isteyiniz; din duygusunun sağlığını ise Habib’den (Hz. Muhammed’den).
Bu duygunun sağlığı, beden sağlamlığından, o duygunun sağlığı ise bedenin yıkılmasından geçer.
Ruh yolu, bedeni harap eder; ama onu harap ettikten sonra yeniden mamur eder.
Altın definesi için ev harap edilse de; altın definesini elde edildikten sonra o ev daha mamur bir hale getirilir.
Suyu kesip, suyun aktığı yol temizlendikten sonra, o arka, içilecek su akıtılır.
Deriyi yarıp, okun ucunu çıkarıldıktan sonra, orada yepyeni bir deri biter.
Kaleyi yıkıp kâfirden alındıktan sonra, oraya yüzlerce burç ve hendek yapılır.”
(Mesnevi-i Şerif, Cilt: 1, beyit nu: 299-310)
≈
“Hikmetinden sual edilmeyen
Allah’ın işini kim anlayabilir, o işin hakikatine kim erişebilir? Bunları bana
sadece zaruret söyletiyor.
Bazen böyle görünür, bazen de bunun zıddı.
Din işinin künhünü anlamaya imkân yoktur. Ona ancak hayran olunur.”
(Mesnevi-i Şerif, Cilt: 1, beyit nu: 311-312)
≈
"(Sufilik yolunda)
hizmette bulunursan, insanların manevî kimliklerini simalarından tanıyabilmen
mümkün olur.
Değil mi ki etrafında
insan yüzlü nice şeytan vardır, öyleyse, her ele el vermek (her şeyhim diyene
bağlanmak) uygun değildir.
Çünkü kuş avcısı, kuşu aldatmak için (onun sesine benzeyen) bir
ıslık çalar, kuş gibi ötme taklidi yapar.
O kuş, kendi cinsinin
sesini işitince aldanır, havadan iner ve tuzağa düşer.
Aşağılık kişi de birtakım
saf kişileri kandırmak için sufilerin sözlerini çalar, kullanır.
Şurası unutulmamalıdır ki
velilerin huyu, açıklık ve samimiyettir; aşağılık, sahte şeyhlerin işi ise hilekarlık
ve hayâsızlıktır.
Nitekim dilenmek için
yünden aslan yaparlar (sahte şeyhler, dervişlerin şekline bürünür, onlar gibi
görünürler); (hatta yalancı peygamber) Müseyleme’ye “Ahmed” lâkabı verirler.
Ama nihayetinde
Müseyleme’nin lâkabı “kezzâb (çok yalancı)” olarak kaldı, Muhammed’e ise
“Ûlü’l-elbâb (akıllar, bilgi ve irfan sahibi)” denildi."
(Mesnevi-i Şerif, Cilt: 1, beyit nu: 315-322)
≈
"Öfke ve şehvet (aşırı istek), insanı şaşı eder; ruhu doğruluktan, istikametten çevirir.
Garaz gelince hüner örtülür; gönülden göze doğru yüzlerce perde iner.
Kadı, içinden rüşvet almaya niyet edince, zalimi mazlumdan nasıl ayırt edebilir?"
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 333-335)
≈
Sahabilerden bazıları Hz. Peygamber’e, gulyabani nefsin hilesine dair bilgi isterlerdi:
“-Nefs, ibadetlere ve ruhun ihlasına ne tür gizli maksatlar karıştırır?” diye sorarlardı.
Hz. Peygamber’e, ibadet ve tâatin fazilet ve sevabını sormaz, zahirî ayıplar hakkında soru sorarlardı.
Nefsin hilesini, tıpkı gülü kerevizden ayırt ettikleri gibi inceden inceye ve zerre zerre bilirlerdi.
Ashabın bu hususta kılı kırk yaranları da, nefsin hileleri hususunda Peygamberimizin açıklamaları karşısında hayran kalırlardı.
Ey Allah'ım! Feryadımıza yetiş! Sen ne güzel yardımcısın.
Ey Allah'ım! Önümüzde yüz binlerce tuzak ve yem var;
bizlerse ihtiraslı azıksız kuşlar gibiyiz.
Her birimiz bir doğan, bir Simurg / Zümrüdüanka bile olsak,
her an yeni bir tuzağa yakalanıyoruz.
Ey kimseye muhtaç olmayan Allah'ım! Sen bizi her an
kurtardığın halde biz yine de bir tuzağa doğru gidiyoruz.
Biz, bu ambarda [=dünyada] buğday [=amel] biriktiriyor,
fakat toplanan buğdayı zayi ediyoruz.
Sonuçta, buğdaydaki bu zayiatın farenin [=nefsin] hilesinden
olduğunu akıllıca düşünmüyoruz.
Fare, ambarımızı deldi deleli, ambarımız onun hilesi
yüzünden harap olmuştur.
Ey can! Önce farenin şerrini def et de, ondan sonra buğday
biriktirmeye çalış.
O efendiler efendisinin hadislerinden birini dinle:
"Kalp huzuru olmadan namaz tamama ermez."
Ambarımızda hırsız bir fare yoksa, kırk yıllık amellerimizin
buğdayı nerede?
Her gün ufak ufak biriken sadakatimiz niçin şu ambarımızda
toplanmıyor?
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 366-370, 373-383)
≈
≈
≈
"Halife, Leylâ'ya, "O
sen misin? Mecnun senden dolayı mı perişan oldu, kendini kaybetti?
Oysa sen başka güzellerden daha
üstün de değilsin!" dedi. Leyla, "Sus" dedi, "çünkü sen
Mecnun değilsin."
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 408-409)
≈
"(Dünyevî
konularda) kim daha uyanıksa, o (rûhen) daha fazla uykudadır. Onun (dünyevî)
uyanıklığı, (dünyevî) uyumuşluğundan beterdir.
Rûhumuz, Allah
ile uyanık olmayınca, o (dünyevî) uyanıklık, bizim için bend ve engeldir.
Ruhun, her
gün hayâlin tekmesini yemekten (birtakım düşünce ve
olaylarla yorulmasından); kâr, zarar ve eldeki malı yitirme korkusundan,
ne huzur kalır,
ne letafet ve güç, ne de semâya (yüce âleme) gidecek yolu kalır.
Uyumuş / gâfil
o kişidir ki, her hayalden umuda kapılır ve onunla konuşmaya kalkar.
O, rüyâsında
şeytanı hûri gibi görür ve şehvetinden ona erlik suyu döker.
Nesil tohumunu
(spermini) çorak yere dökünce uyanır, kendine gelir, o vakit de hayal ondan
kaçar.
Uyanınca, (ihtilâm
oluşundan dolayı) başında sersemlik, bedeninde pislik görür. Âh, o görünmez
olduğu halde görünen görüntüden, âh!
Bir kuş havada
uçarken, gölgesi de toprak üstünde kuş gibi kanat çırparak koşar.
Ahmağın biri,
o gölgeyi avlamaya kalkışır, arkasından o kadar koşar ki gücü tükenir.
O gölgenin
havadaki kuşun yansıması olduğundan da habersizdir, onun aslının nerede
bulunduğundan da habersizdir.
O ahmak, o
gölgeye doğru ok atar da, onu elde etme isteği yüzünden sadağı (ok
torbası) boş kalır.
Ömrünün sadağı
boşaldı. Ömür, gölge avı peşinde koşmakla geçti, eridi bitti.
İnsanın
mürebbisi Hakk’ın manevi gölgesi olursa, onu hayal ve gölge peşinde koşmaktan
kurtarır.
Hakk’ın
gölgesi, Allah'ın o makbûl kuludur ki, bu dünyaya nisbetle ölüdür,
Allah'a nisbetle diridir.
Âhir zaman
fitnesinden kurtulmak için, hiç kuşku duymadan hemencecik o insân-ı
kâmilin eteğine yapış.
"Rabbin
gölgeyi nasıl uzattı" (25/Furkan,
45) ayeti, velilerin tasviridir. Çünkü ışığın delili, Allah
güneşidir.
Bu kılavuz
olmadan bu vâdide yürüme. Halîl İbrâhim Aleyhisselâm gibi "Ben
batanları sevmem" (6/En'am, 76) de.
Var git,
gölgenin delâletiyle güneşi bul ve padişâh Şems-i Tebrîzî'nin eteğine sarıl.
Eğer bu
düğünün, bu gelin yolunu (yânî Şems-i Tebrîzî Hazretlerine giden yolu)
bilmiyorsan, Hakk’ın hidâyet ışığı olan Hüsâmüddin’e sor.
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 410-429)
≈
“Haset, (mürşide intisaba) yolda
boğazını sarılırsa, bil ki hasette İblis’in azgınlığı vardır.
Çünkü İblis, hasedinden dolayı
Adem’e secde etmeye utandı. Yine o İblis, hasedinden dolayı saadete karşı savaşa
kalkıştı.
Manevi ilerleme yolunda hasetten
daha zor ve tehlikeli bir geçit yoktur. Yoldaşı haset olmayan kimseye ne mutlu!
Bil ki bu beden, haset-evidir. Haset,
(kalp de dahil) bütün ev halkına bulaşır.
Beden haset-evi olmakla beraber, Allah
(bazı kulları için) o bedeni iyice temizlemiştir (bedendeki kalbi
arındırmıştır).
“Beytimi (evimi) temizleyin” (Bakara, 125) âyeti, kalp temizliğini
bildirir. Aslı toprak olmakla beraber, beden, (ondaki kalp sayesinde aynı
zamanda) nur hazinesidir.
Sen hasetsiz olan bir zâta hile
ve haset etmeye kalkarsan, bu hasedin sebebiyle gönlünde karanlıklar oluşur.
Hak erlerinin ayağı altında
toprak ol (onlara karşı haset etmek değil, fevkalade tevazu göster). Sen de bizim
gibi, hasedin başına toprak saç (onu ayaklar altına alıp zelil et)!”
“Burun, koku alan bir uzuvdur ki, aldığı koku, onu bir mahalle götürür.
Koku almayan kimsenin burnu yok demektir. Asıl koku
da dünyaya değil, din ve âhiretle ilgili kokudur.
Bir kimse, mânevî bir koku duyup da o
nîmetin şükrünü îfâ etmezse, küfrân-ı nîmet gelir, onun burnunu yer ve düşürür,
artık manevi koku alamaz olur. (Çünkü nîmetler, şükür bereketiyle devâm eder.)
Şükret ve
şükreden (ârif)lerin kölesi, hizmetkarı ol. Onların huzûrunda ölü gibi
teslîmiyet göster ve netîcesinde ölümsüzlük bul.”
(Mesnevi-i Şerif, Cilt: 1, beyit nu: 441-444)
≈
“Toprak emindir. Ona
her ne ekersen, hıyanet görmeksizin, ektiğin şeyin cinsini fazlasıyla
devşirirsin.
Allah’ın adalet güneşi
toprağın üzerine ışıdığı içindir ki toprak bu eminliği o adalet güneşinin
emanetinden bulmuştur.
Bahar mevsimi Hakk’ın fermanını getirmedikçe, toprak, içindekileri sırları açığa vurmaz.” (Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 510-512)
≈
“Cenab-ı Hakk’ın varlığı karşısında yok olmak gerekir. Şu varlık dediğimiz mevhum vücud, O’na nisbetle nedir ki? Kör ve yaslı.” (Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 519)
≈
“Dünyâ senin nazarında büyük
ve sonsuz görünse de, bilmiş ol ki İlâhî kudret karşısında bir zerre bile değildir.
Esasen bu dünya ruhlarınız için
bir hapishanedir. Tez elden, kendi ovanıza doğru gidiniz.
Bu dünya sınırlı, mana âlemi
ise sınırsızdır. Bu dünyadaki nakış ve suretler, mana âleminin önüne çekilmiş set
mesabesindedir.
(Allah,) Firavun’un yüz
binlerce mızraklı ordusunu, Musa’nın bir tek asasıyla kırdı.
Calinus'un yüz binlerce tıbbî devası
ve tedavisi de Hazret-i İsâ’nın nefesi karşısında hiç mesabesinde oldu.
Yüz binlerce şiir kitabı vardı,
ama bir Ümmî’nin [Hz. Muhammed’in] sözü karşısında hepsi utanç vesilesi olmuştu.
Böyle galip ve muktedir bir
Allah’ın huzurunda bulunan bir kimse, tabiatı itibariyle aşağılık birisi
değilse, nasıl olur da ölmez (teslim olmaz)?”
(Mesnevi, cilt: 1, beyit nu:
525-531)
“Allah’a varmanın yolu,
anlayış ve düşünceyi keskinleştirmek, yani herkesin anlamadığı şeylere akıl
erdirmek değildir. Allah’ın fazl u keremi, ancak âciz olanı kabul eder.”
(Mesnevi, cilt: 1, beyit nu: 533)
“Rûh seni yüce âlemlere götürüyordu;
sen ise su ve çamur tarafına, yânî tabiat âlemine meylederek en aşağılara düştün.
Ey hayırsız evlat! Sen de sonuçta
Âdemoğlu olduğun hâlde, bu alçaklığı ne vakte kadar şeref sayacaksın?
Daha ne zamana kadar, “Bu dünyayı
idâre eden benim, bu cihânı kendimle doldururum!” diye atıp tutacaksın?
Dünya baştanbaşa
karla dolsa, Güneşin harareti onları bir bakış ile eritiverir.”
(Mesnevi, cilt: 1, beyit nu: 538,
542-544)
“Allah dilerse, hayal kurmayı
hikmet yapar, zehir suyunu şerbete dönüştürür.
Allah dilerse, zan ve şüphe doğuracak
bir sözü, yakîne (kesin bilgiye) vasıta kılar. Kin ve düşmanlık sebeplerinden
de muhabbet neticesi çıkartır.
İbrahim’i
ateş içerisinde besler; Allah korkusunu, ruhun emniyetine vasıta kılar.”
(Mesnevi, cilt: 1, beyit nu: 546-548)
"Nakış, nakkâşın ve kalemin önünde, ana karnındaki çocuk gibi çaresiz ve eli bağlıdır.
Âlemdeki bütün varlıklar, (Allah'ın) kudreti karşısında, iğne önündeki gergef gibidir.
Nakış işleyen, gergefe bazen şeytan resmi işler, bazen insan; bazen mutluluk resmi işler, bazen gam.
(Gergefin) eli yok ki onu def etmek için oynatsın; dili yok ki kârdan zarardan dem vursun.
Sen bu beytin tefsirini yine Kur'an'dan oku; Allah, "Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı" (Enfal suresi, 17) buyurmuştur.
Oku biz atsak bile, o atış bizden değildir. Biz yayız, oku fırlatan Allah'tır.
Bu söylenen sözler cebir değildir, Allah'ın Cebbar isminin anlamıdır. Cebbarlığı anış ise Allah'a yakarmak içindir.
Bizim ağlayıp
inleyişimiz 'mecburiyet'in delilidir, yaptığımız veya yapamadığımız bir
şeyuden utanışımız da ihtiyarımızın delilidir.
Eğer insanda ihtiyar ve irade yok idiyse, bu utanma neyin nesidir? Bu hayıflanma, utanma, arlanma neden kaynaklanıyor?
Ustaların çıraklarını men etmesi, akılların bazı kimselere tedbir değiştirmesi nedendir?
Eğer Allah'ın cebrine vâkıf isen, ağlayıp yakarman hani? Onun cebbarlık zincirini görüşün hani?
Zincire bağlı olan nasıl sevinir? Hapiste tutsak olan nasıl özgürce hareket eder?
Eğer ayağını bağladıklarını, başının üzerinde de padişahın çavuşlarını diktiklerini görüp duruyorsan,
Artık sen de âcizlere karşı çavuşluk taslamaya kalkışma. Çünkü o hal, âcizlerin huyu ve tabiatı değildir.
Eğer Allah'ın cebrini görmüyorsun, cebirden söz etme; yok eğer görüyorsan, gördüğünün işareti hani?
Kendisine meylettiğin her işte, kendi gücünü açıkça görürsün.
Meyletmediğin, istemediğin işte de, "Bu Allah'tandır" diye kendini cebrî yaparsın."
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 612-621, 631-637)
≈
Hz. Mevlânâ (ks), Allah'ı göremeyen insanların, O'nun elçileri ve velileri ile görüşme ve onlarla hemhal olmaları; Allah ile O'nun dostlarının birbirinden ayrı-gayrı zannetmemek gerektiğini belirtmekte ve şöyle demektedir:
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 707-710)
≈
Hz. Mevlânâ
(ks), bedene/görünüşe değil, ruha/gönle/mânâya önem vermek; gerek ruh
sağlığı gerek şeytan ve nefsle savaşta başarılı olabilmek için gönül
ehli velilerin yanından ayrılmamak hususunda şöyle demiştir:
"Ey sûrete tapan! Var git, mânâyı bulmaya çalış. Çünkü mânâ, sûret bedeni üzerinde kanat gibidir.
Mânâ ehliyle otur kalk ki hem ihsanlar elde edesin hem de genç olasın.
Mânâsız can, şu bedende, hiç kuşku yok, kındaki tahta kılıç gibidir.
Kında bulunduğu sürece değerlidir. Kından çıktı mı yakılacak bir araç olur.
Tahta kılıcı savaşa götürme. İşin eyvah olmadan önce bir bak.
Tahta ise, git bir başkasını ara. Elmas ise sevinerek çık ileri.
Kılıç, velilerin cephaneliğindedir. Onları görmek sizin için kimyadır/iksirdir.
Bütün âlimler şunu söylemişlerdir şunu: "Âlim, âlemlere rahmettir."
...Yiğit kişilerle sohbet seni yiğitlerden yapar.
Sen kaya ve mermer taşı bile olsan, bir gönül sahibine ulaşınca mücevher olursun.
Temiz kişilerin sevgisini canının tâ içine koy. Hoş gönüllülerden başkasının sevgisine gönül verme.
Ümitsizlik semtine gitme, ümitler vardır. Karanlığa doğru gitme, güneşler vardır.
Gönül, seni gönül ehlinin semtine çeker. Beden ise su ve çamur hapsine [dünyaya] çeker.
Uyan, gönle gıdasını bir gönüldaştan ver. Var git, ikbali bir ikbal sahibinden ara."
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 711-718, 722-727)
≈
Hz. Mevlânâ (ks), tahrif edilmeden önceki haliyle İncil'de Hz. Muhammed'den açıkça bahsedildiği ve ilk Hıristiyanların müjdelenen bu peygamberi sevip saydıkları hususunda şöyle demiştir:
"İncil'de o peygamberler önderi, o temizlik denizi (Muhammed) Mustafa'nın adı vardı.
Özellikleri, şekli şemaili zikredilmiş; gazası, orucu, yemesi içmesi anılmıştı.
Hıristiyan topluluğu, (İncil'deki) bu ada ve hitaba rastladıklarında sevap olsun diye,
O şerefli adı öperler, o güzel vasfa yüz sürerlerdi."
(Mesnevi-i Şerif, cilt: 1, beyit nu: 728-731)
NOT:
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildirmektedir:
"Meryem oğlu İsa'nın da
şöyle dediğini hatırla: "Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın
elçisiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim."
Fakat İsa'nın müjdelediği elçi, hakikatin bütün kanıtlarıyla onlara
geldiğinde: "Bu (doğruluğunu iddia ettiğin mesaj), göz boyayan bir
büyüden başka bir şey değil!" dediler."
(62/Saf suresi, 6. ayet)