HZ.
YUSUF’A SUNULAN ARMAĞAN
(Mesnevî, Cilt 1, beyit nu: 3155-3200)
Çok uzak yerlerden, kalbi sevgi ve şefkatle dolu bir dost,
Hz. Yusuf’a misafir oldu. Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Misafir Hz.
Yusuf’a, kardeşlerinin yaptıkları cefaları, onların hasetlerini hatırlattı. Hz.
Yusuf, “O tecelli, kaza-yı ilahî icabıydı. Bizim Hakk’ın kaza ve kaderinden
şikâyetimiz yok” dedi.
Dostu Hz. Yusuf’a, “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” diye
sordu. Yusuf (as) şöyle cevap verdi: “Ayın, bedir halinden hilal haline gelmesi
gibiydim.”
Görmez misin? Ay
önce görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür, fakat sonunda
yine gökte bedir haline gelmez mi?
Hz. Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra, “Dostum,
söyle bakalım, bize ne armağan getirdin? Hadi, getir bakalım armağanını”
deyince misafir, bu istekten utanıp âdeta figan ederek,
“Sana
getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, sana lâyık
görmedim. Sende olmayan ne var ki ve senin neye ihtiyacın
olabilir ki? Tane büyüklüğündeki bir altın kırıntısını alıp da bir
madene, bir damlayı alıp da denize nasıl götürebilirim? Senin, benzeri olmayan
güzelliğinden başka, bu Mısır ülkesi ambarında her çeşit tohum vardır. Sana münevver
bir kalp gibi tozsuz, lekesiz, parlak bir ayna sunmayı münasip gördüm. Ey güneş
gibi gökyüzünün nuru olan
Misafir bunları söyledikten sonra koynundan aynayı çıkarıp
Hz. Yusuf’a sundu.
AÇIKLAMALAR
1- Hak Şerleri Hayr Eyler
Hz.
Yusuf’un hilal’den bedir’e dönüşmesi ile kastedilen, onun kuyudan ve ardından
zindandan çıkıp Mızır’a vezir olması ve Peygamber olmasıdır.
Kendi
günahının cezası olarak değil de hasbelkader çeşitli belalara uğrayan mümin,
kadere imanı, sabırla Allah’a tevekkül etmesi sayesinde, şer gibi gördüğü
hadiselerin hayırlara vesile olduğunu müşahede edecektir. Nitekim Yusuf (as)
kardeşleri tarafından kuyuya atılmasaydı, bulunup satılıp nihayet Mısır
sarayına giremeyecekti. Sarayda iken zindana atılmasaydı, kralın rüyasını
yorumlayıp veziri olamayacaktı.
Hz.
Mevlana diyor ki:
“Buğdayı
toprak altına atarlar, sonra ondan başaklar bağlarlar.
O
buğdayı tekrar değirmen taşı altında ezerler, o vakit kıymeti artar, çünkü can
artıran ekmek olur.
Onu
tekrar dişlerle çiğneyip ezerler, o zaman da akıl, anlayış ve hayat olur…”
2-
Dünyada Ahiret İçin Hazırlık Yapmak
Hz. Mevlana diyor ki:
“Ey yiğit! Dostu görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız
gitmeye benzer. Yüce Allah bile mahşer günü, halka, “Haşir (Kıyamet) günü için
armağanınız nerede? Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne armağanınız var, ne
getirdiniz? Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün
vaadi bâtıl gibi mi göründü?” der.
Yemeyi, uyumayı biraz azalt da O’nunla görüşmek için bir
armağan götür. Geceleri az uyuyanlardan, seher çağlarında istiğfar edenlerden
ol.”
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve
herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan
korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (59/Haşr suresi, 18. ayet)
“(Ey
müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey
akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.” (2/Bakara suresi, 197. ayet)
“Dünya
ahiretin tarlasıdır (Dünyada neyi ekersen, ahirette onu biçersin)” denilmiştir.
3-
Gönlü Allah’a Temiz ve Parlak Sunmak
Hikayedeki misafirden
maksad Hak yolun yolcusudur. Yusuf’tan
murad da Cenab-ı Hak’tır. Ayna
ise, ilahi tecellileri yansıtan kalbdir. (Tahirü'l-Mevlevi, Mesnevi Şerhi, Cilt 3, s. 1481)
• Yüce
Allah her insanın bedenine ruh vermektedir.
• Ölüm
neticesinde "Küllü şey'in yerciu ilâ aslihi" (Her şey aslına rücu eder) kaidesince beden toprağa, ruh ise
geldiği kaynak olan Allah’a döner.
• Her
insan Allah’a ruhunu/kalbini sunacaktır. Kalp ruhun merkezini ifade ettiği için, hatta bazen ruh ile kalp eşanlamlı kullanıldığı için, ruhun Allah'a sunulması demek, aynı zamanda kalbin Allah'a sunulması demektir.
Nitekim
Fihi Ma Fih’te Hz. Mevlana aynı hikayenin sonunda şöyle demektedir:
“Yüce
Allah’ta olmayan ne vardır ve O’nun neye ihtiyacı olabilir? Allah’ın huzuruna,
onda kendisini müşahede etmesi için parlak bir gönül götürmelidir. Nitekim bir
hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah, sizin sûretlerinize ve yaptığınız
işlere değil, ancak gönüllerinize bakar.” (trc. Meliha Anbarcıoğlu, s. 285)
• Yüce
Allah, her insandan, sunacağı kalbin temiz ve parlak olmasını istemektedir.
Kur’an-ı
Kerim’de, “Kıyamet öyle bir gündür ki o gün ne malın, ne evladın faydası olur.
Ancak kalb-i selîm ile Allah’ın huzuruna çıkabilenler kazanır.” (26/Şuara suresi, 88-89. ayetler)
buyurulmuştur. Ayetteki selîm kelimesi, 'tertemiz', 'her lekeden arınmış', 'mânen sıhhatli' demektir.
Peygamber Efendimiz (sav) de, “Allah’ım senden kalb-i selîm isterim” (Tirmizi, Deavat 23) şeklinde dua etmiştir.
Peygamberimiz, "Allah sizin şekillerinize ve suretlerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr 34) buyurarak, Yüce Allah'ın ahirette kişinin kalp temizliğine ve parlaklığına bakacağına dikkat çekmiştir.
• Yüce
Allah, kişinin kalbine baktığında kendi Cemâlini, kendi güzelliğini görmek
istemektedir. Çünkü Peygamber Efendimizin de bildirdiği gibi, “Allah Cemîl’dir,
Cemâl’i sever.” (Müslim, İman 147)
• Kalbin yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah, o kalp aynasının nasıl kirlendiğini ve nasıl temiz tutulabileceğini bildirmiştir. Buna göre; insanların kalp temizliğini sağlayabilmesi, Kitabullah’a ve Resulullah’a uymakla; iman, ibadet, zikir, salih ameller ve güzel ahlakla mümkündür.
Örneğin Hz. Peygamber “Her şeyin cilası vardır. Kalbin cilası da Allah’ı zikretmektir.” (Beyhaki, Şuabü'l-iman, cilt 1, s. 396, nu: 522) buyurmuştur.
İlahi
yasaklar, haramlar ise kalbi kirleticidir. Nitekim Peygamberimiz şöyle
bildirmiştir: “Kul bir günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta yani kara
bir leke vurulur. Şayet pişman olur, tevbe ve istiğfar ederse kalbi cilalanır,
parlar.” (Tirmizi, Tefsir 83)