NE TÜR VE NASIL BİR AŞK?
Elif
Şafak, AŞK adlı romanının başında "ana mesajı"nı şöyle belirtmektedir:
“AŞK’ın
hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı
başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır,
merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde…” (s. 9)
Yazarın
bu ana mesajı, romanın son paragrafında daha da netleşmektedir: “Aşksız
geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde
mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma!
Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın
ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı
başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır,
merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.” (s.
415)
Yukarıdaki
satırlardan şu anlaşılmıyor mu: “Âşık ol, aşkı yaşa da ne tür ve nasıl yaşarsan
yaşa; ilahî/semavî ya da dünyevî/mecazî/cismanî fark etmez.” Hz. Mevlânâ ve
Şems-i Tebrizî’den bahsedilen bir kitapta böylesi bir genelleme/tavsiye nasıl,
neye dayanarak yapılır, anlaşılması zor.
Her
şeyden önce aşk, eğer ilahî değil, dünyevî/cismanî ise, tabiatı icabı bir süre
sonra tükenen ve tüketen yahut evlilik yoluyla sevgi ve merhamete dönüşüp
dinginleşerek devam eden bir duygudur. Nitekim Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de kadın-erkek
arasındaki ilişkide Aşk’tan değil, “meveddet (sevgi)”, “merhamet” ve “evlilik”ten
bahsetmektedir: “Sizin için, kendileriyle huzur bulasınız diye kendi
türünüzden eşler yaratması, aranıza meveddet (sevgi) ve merhameti yerleştirmesi
de Allah’ın mucizevi işaretlerinden biridir. Şüphesiz bütün bunlarda, düşünen
bir topluluk için alınacak bir ders mutlaka vardır.” (Kur’an, Rum sûresi,
21. âyet)
Aslolan
ilişkide aşk ise, acaba Elif Şafak’a göre, birbirlerini seven çiftler,
aralarında başlangıçta yaşanan âşıkane duygular artık yok, eskisi gibi değil
diye birbirlerini terk edip bir başkasına, yeni bir aşka mı yönelmeliler?
Evet
Hz. Mevlânâ,
“Âşıklık bu yandan da olsa, o yandan da olsa, o yana kılavuzdur bizim için.” (Mesnevî, c. 1, b. 111),
"Ey yüreklerinde (ilahî) aşk derdi olmayanlar! Kalkın âşık olun! İşte Yusuf'un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın!" (Mesnevî, c. 4, b. 849) demektedir.
Fakat
yine O (ks),
“Bir renk ardında olan (sadece dış güzelliğe dayanan; cismanî/mecazî)
aşklar, gerçek aşk değildir (bir hevesten ibarettir). Böyle aşkların sonu,
utanç verici olur.” (Mesnevî, c. 1, b. 205),
“Aşk, kimseye muhtaç olmayan Allah'ın vasıflarındandır. Allah’tan başkasına âşık olmak mecazîdir. Çünkü o (mecazî aşk), altınlarla bezenmiş bir güzelliktir; görünüşü nurdur, fakat içinde duman vardır. Nur gidip de duman meydana çıktı mı mecazî aşk derhal soğur, donar. O güzellik kendi aslına geri gider; (geriye) kokuşmuş, kepaze ve kötü bir haldeki beden kalır.” (Mesnevî, c. 6, b. 971-974)
"Hakikat yolcuları için yol âfetleri içinde şehvetten daha beteri yoktur.""Şehvete kapılmak, gönlü sağır eder, kör eder de eşek bile ona Yusuf gibi görünür, ateş de nur. Nice şehvet ateşinden sarhoş olmuşlar vardır ki ateş arar(şehvetlerinin peşinde koşar)lar, kendilerini de mutlak nur sanırlar. Onu ancak Allah'ın seçkin bir kulu veya Hakk'ın bir cezbesi yola getirip (gönül) yaprağını çevirebilir." (Mesnevî, c. 5, b. 1365-1367)
diyerek
aşkın sıfatlarına ve mahiyetlerine dikkat çekmiş; mecazî aşk ve şehvet hususunda uyarılarda
bulunmuştur. Demek ki Hz. Mevlânâ her önüne gelene, “âşık ol da, ne tür ve nasıl olursa olsun”
dememektedir.
Romandaki
Ella ile Aziz arasında ortaya çıkan aşk ise, her ne kadar roman boyunca yazar
tarafından Şems-i Tebrizî’den ilahî aşka dair sözler, tasavvufî aşka dair alıntılar
yapılarak süslense, mazur ve masum gösterilmeye çalışılsa da mecazî/dünyevî/cismanî
ve gayrimeşru bir aşktan öteye gitmemektedir. [Bu tespitimizi detaylıca
delillendireceğiz.]