KURAL HATALARI
Elif Şafak, AŞK adlı romanının omurgasını oluşturan, Şems-i
Tebrizî namına tespit ettiği 40 kural hakkında bir röportajda şunları söylemiş:
“Romandaki 40
kural çok ilgi gördü. İnternette insanlar birbirlerine kuralları yolluyor. Cep telefonlarından
mesaj olarak atıyorlar. Bir okurum tüm kuralları tek tek yazdırarak poster
yapmış, duvarına
asmış. Bunlar beni
çok duygulandırıyor. Çünkü ben de o kuralları inanarak, yüreğimde
hissederek yazdım, oluşturdum. Tabi ki tasavvuf okumalarımdan beslenerek yazdım bu kuralları. Kırk
sayısını bilerek seçtim. Doğu mitolojilerinde, tasavvuf kültüründe bu sayı önemlidir. Ben de otuz değil, elli değil, kırk
kural oluşturmayı tercih etim.” http://www.elifsafak.us/roportajlar.asp?islem=roportaj&id=283
Bu kırk kuralda tespit edebildiğimiz kadarıyla eksik veya hatalı olanları
şunlar:
Yazar, Şems’in 10. kuralında şöyle yazmış: “Ne yöne gidersen git, -Doğu,
Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru
bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi,
sonunda arzı dolaşır.” (s. 117) Tasavvufî tecrübede “seyr-i enfüsî” denilen bu yolculukta sâlik sadece arzı değil, semavâtın, kâinatın hakikatini öğrenir. Nitekim Yazar 18.
kuralda “Tüm kainat olanca katmanlarıyla ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir.” (s. 148)
yazarak doğru görüş kaydetmiştir.
Yazar, Şems’in 13. kuralında şöyle yazmış: “Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda
sahte hacı hoca şeyh şıh var…” (s. 119) Şems adına şu abartıya (“semadaki
yıldızlardan daha fazla sayıda sahte”), şu basit
ifadelere (“hacı hoca şeyh şıh”) bakın! Ayrıca; “şeyh” ile “şıh” arasındaki fark nedir? “Şıh” kime
denir?
Yazar, Şems’in 17. kuralında şöyle yazmış: “Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ
bağlamış
haset ve art niyettir.” (s. 146)
Dinî literatürde kalp günahlarla “kirlenir”, “paslanır”, “mühürlenir” vs. Ama “yağ
bağladığı”nı ilk kez öğrenmiş oluyoruz. “Kalbin yağ bağlaması” ne demektir? Yazarın
aklına tencere tava mı geldi de kalbi yağ bağlattı acaba?
Yazar, Şems’in 18. kuralında şöyle yazmış: “Tüm kainat olanca katmanlarıyla ve karmaşasıyla
insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk
değil,
bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında,
başkalarında
değil…”
(s. 148) İblis ve onun zürriyeti olan şeytanlar, insanın
dışında müstakil olarak vardır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Adem’in
kıssasında bu hakikati apaçık beyan etmiştir. Bununla birlikte şeytan, insandaki
nefsin zafiyetlerini kullanıp vesvese vererek kişiyi günaha çağırır. Dolayısıyla
bu yönüyle de “insanla birliktedir” denilebilir. Şems adına romana yazılan bu modernist
yorum, Şems veya tasavvuf tarihinde herhangi bir sufi tarafından ileri sürülmüş
müdür?
Yazar, Şems’in 21. kuralında şöyle yazmış: “Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet
Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz
öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını
başkalarına
dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.” (s. 181) Cenab-ı Hakk’ın varlıkları “farklı yaratışındaki
hikmet” az çok herkes tarafından bilinmektedir. Ancak “farklılılara saygı
göstermek”, öyle akla geldiği için söylenip yazılabilecek bir ifade değildir. Eğer
farklılıklara saygı gösterip, onlar karşısında pasif olmak mutlak manada doğru
olsaydı, Peygamber Efendimiz ne demeye Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, müşriklere tebliğle,
davetle, cihadla ve fütuhatla meşgul oldu?!
Yazar, Şems’in 23. kuralında şöyle yazmış: “…Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne
tefritte. Sufi daima orta yerde.” (s. 196) Söz
doğrudur. Ancak bu sözün sahibi olan ve Yazar’ın roman boyunca bahsettiği Şems,
aşırılıklardan uzak, orta yerde mi durmuş? O zaman yazar, Şems adına bir de “aşırılık
nedir; neye göre belirlenir?” sorusuna cevap vermelidir.
Yazar, Şems’in 26. kuralında şöyle yazmış: “Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey
ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin âhını alma; bir başkasının,
hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek
bir insanın kaderi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin
saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.” (s. 255) Şems adına
yazarın bu yazdıkları, “karma felsefesi”
ve “kelebek etkisi” karışımı bir söz olmuş. Şems ya da Mevlânâ nerede bu ya da
buna benzer bir söz söylemiş?
Yazar, Şems’in 32. kuralında şöyle yazmış: “Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki,
Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin...” (s. 305) Oysa tasavvufi hayatta insanın Allah ile
arasındaki perdeleri kaldırması sadece kendi elinde/iradesinde değildir. Hatta sufîler,
“insan ile Allah arasında hiçbir perde yoktur. Zaten Allah’ı perdeleyebilecek
bir şey tasavvur dahi edilemez. Ancak kulun kendi nefsi perde olabilir”
denilmiştir. Diğer taraftan; kulunu kendine âşık etmeyi, kendine doğru çekmeyi
ve yaklaştırmayı asıl dileyen Allah’tır. Allah kuluna âşkını verince, nefs perdeleri
aradan kalkar. Yani tasavvufta, ilahî aşka ermek için önce kulun perdeleri
kaldırması diye tek boyutlu bir şart yoktur.
Yazar, Şems’in 35. kuralında diyor ki; “… İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım
ilerler kişi…” (s. 374) Tasavvufi hayattaki
ilerleme, akademik ya da iş hayatındaki ilerleme gibi değerlendirilemez.
İnsan-ı kâmil olmak, sadece kulun elinde değildir. Allah kulu için kemâlât
dilerse, “gıdım gıdım” ilerlemek söz konusu olmaz.
Yazar, Şems’in 39. kuralında şöyle yazmış: “Noktalar sürekli değişse
de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar.
Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman
bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey
aynı olmaz. Ölen her sufi için bir Sufi daha doğar.” (s. 407) Şems veya başka herhangi bir sufi, bu veya buna
benzer sözü nerde söylemiş? Bu söze göre Allah sürekli yaratışını tekrar
etmektedir! Demek ki dünya hayatında kötüye gidiş olmayacak, kıyamet kopmayacak?
Özetle, yazar röportajda, “Tabi ki
tasavvuf okumalarımdan beslenerek yazdım bu kuralları.” demiş, ama daha dikkatli okuması lazım.