Fîhi Mâ Fîh’te Hz. Mevlânâ şunları kaydetmiştir:
“Rivayet ederler ki, Peygamber (sas) ashabı ile bir savaştan dönmüştü. “Bu gece şehrin dışında konaklayacağız. Yarın şehre gireceğiz” diye davul çalarak duyuruda bulunulmasını emretti. Ona, “Ey Allah’ın Rasulü, buna sebep ne?” dediler. O (sas) buyurdu ki, “Olabilir ya, kadınlarınızı yabancı erkeklerle bir arada görünce üzülürsünüz. Bundan bir fitne, bir karışıklık çıkar.” Sahabilerden biri, emre rağmen gece şehre gitti ve karısını bir yabancıyla gördü.” [1]
SORU: HZ. MEVLANA’NIN KAYDETTİĞİ GİBİ BİR OLAY PEYGAMBERİMİZ ZAMANINDA YAŞANDI MI, YANİ RİVAYET DOĞRU MU?
CEVAP: Abdülbaki Gölpınarlı, Fihi Ma Fih’te bahsedilen bu olayın Tebük Savaşı sonrasında olduğunu kaydetmiştir.[2]
Fihi Ma Fih’te kaydedilen bu vakaya benzer bir vaka Peygamberimiz zamanında yaşanmıştır.
Sahabilerden Abdullah b. Abbâs (ra) benzer olayı şöyle anlatmıştır: “Rasûlullah (sas) onlara (seferden dönen erkeklere) eşlerinin yanına (eve) geceleyin gitmeyi yasakladığı zaman, iki kişi bu yasağı dinlemeyip, geceleyin evlerine gitti. Her ikisi de evlerinde hanımlarının yanında bir yabancı erkek buldu.”[3]
Hz. Peygamber, gurbette ikâmeti uzayan (uzun süre ailesinden ayrı kalan) kimsenin, evine geceleyin dönmesini yasaklamıştır.[4]Peygamberimizin seferden (yolculuktan) dönüşte gece vakti eve gitmeme, gündüzü bekleme tavsiyesi, uzun müddet gurbette kalan kimselere yöneliktir. Kısa bir müddet için giden, döneceği bilinen kimse bu yasaklamanın dışındadır. Ayrıca, geceleyin geleceğine dair şu veya bu vasıta ile önceden bir haber ulaştırabilmiş olan kimsenin de geceleyin gelmesinde bir sakınca yoktur. Hadisler, hiç beklenilmeyen bir zamanda âni gelişleri kastetmekte, bunun gece vaktinde olmamasını tavsiye etmektedir. [5]
Peygamberimizin konuyla ilgili sözleri incelendiğinde, böylesi bir yasaklamanın birkaç sebebinin olduğu anlaşılmaktadır:
1- Uzun bir süre ayrı kalındıktan sonra gece ansızın eve gelinecek olursa, kadın temizlenip, süslenip hazırlanmaya fırsat bulamaz.
Nitekim Peygamberimiz şöyle demiştir:
“Seferden dönünce ailene gece vakti ansızın gelme, biraz mühlet tanı ki kocasını bekleyen kadıncağız usturasını kullansın, kokusunu sürünsün, dağınık saçlarını tarasın. Sana keys[6] gerekir.”[7]
Bu, küçük görülebilecek bir gerekçe değildir. Uzun süren ayrılık sonucu, kendisini işe kaptırmış, belki de duygusal olarak kırılmış ve soğumuş durumdaki bir hanımın, yeniden sıcak aile ortamını hazırlayabilmesi, önceden bilgilendirilmesine veya normal olarak herkesin derlenip toparlanma zamanı olan gündüz saatlerinde eve gelinmesine bağlıdır.[8]
Peygamberimizin kendisi de bir savaştan -veya bir seferden- döndüğü vakit Medîne'ye gece ulaşacak olsa girmez, sabahı beklerdi. Sabahtan önce ulaşacak olsa yine girmez, sabah vaktini beklerdi.[9]
Sahabilerden Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sas) yolculuktan döndüğü zaman evine gece girmezdi. Kuşluk vakti veya öğle ile akşam arası gelirdi.[10] Aslında Arabistan gibi sıcak iklim bölgelerinde kuşluk vakti ile ikindi sonrası, havanın serin olduğu ve dolayısıyla herkesin ayakta olduğu, günün en hareketli zamanlarıdır. Bu da iklim ve çevre şartlarına göre insanların ayakta olduğu, ihtiyaçlarını karşılama alışkanlığını sürdürdüğü saatlerde eve dönmenin en uygun olduğunu göstermektedir.[11]
2- Kadınları aşırı kıskançlık ve şüphecilikle, yersiz bir şekilde “ihanet etme” ile suçlar, itham eder veya zan altına bırakırcasına gece âniden baskın yapmak, eşler arasındaki güveni, huzur ve mutluluğu sarsar, geçimsizliğe sebebiyet verir.
Nitekim rivayete göre, “Resûlullah, yolculuktan dönenlere, kadınları ihanet zannı altında tutmuş ve açıklarını aramış olacaklarından, evlerinin kapılarını geceleyin çalmayı yasakladı.”[12] denilmiştir.
Hz. Peygamber’in erkeklere bu konuda uyarısı ise şöyledir: “Kocası gurbette olan (yabancı) kadınların yanına girmeyin. Çünkü şeytan, her birinizin içinde, vücudunuzda kanın dolaştığı gibi, (kendisini hissettirmeden) dolaşır…”[13]
Elektrikle aydınlatmanın olmadığı, evlerde aydınlatmanın şimdiki gibi hızlı ve pratik gerçekleşmediği, kandil/mum yakıldığı bir dönemde, bir erkeğin baskın yapar gibi ansızın evine girmesi, sonuçları vahim olacak yanlış algılama ve anlamalara sebebiyet verebilir. Nitekim, hadis âlimi Ebu Avâne’nin (h. 230-316) kaydettiğine göre; sahabilerden Abdullah b. Revâha, uzunca bir yolculuktan sonra geceleyin eve/ailesine dönmüş. O esnada bir kadın, hanımının saçlarını taramaktaymış. Abdullah b. Revâha, gece karanlığında, bu kadını yabancı bir erkek zannetmiş ve kılıcını çekip üzerine yürümüş. Son anda, Rasûlullah'ın kişiye eşine/evine geceleyin dönmesini yasakladığını hatırlayarak beklemiş ve böylece cinayet işlemekten kendisini kurtarmış.[14]
Velev ki bir erkeği eşi bir başkasıyla aldatılıyor olsun, -Allah korusun-, baskın esnasında karısını ve o adamı öldürme yahut onlar tarafından öldürülme, yaralama, yaralanma, sonuçta hapse girme, ailenin dağılması vb. vahim sorunlar yaşanabilir. Üstelik İslam’a göre karısı tarafından aldatılan bir erkeğe, eşini ve diğer erkeği öldürme hakkı da verilmemiştir. Zina edenin cezası, zinaya şahitlik edilmesi yahut zina edenlerin itiraf etmesi halinde recmedilmektir.
Hz. Peygamberin tavsiyeleri, bilebildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok hikmete dayalı, rahmet ve merhamete vesiledir.
SORU: PEYGAMBERİMİZ ZAMANINDA SAHABİLER ARASINDA BÖYLESİ GAYRİMEŞRU BİR İLİŞKİ NASIL OLUR DA YAŞANIR?
Her şeyden önce, kime sahabi unvanını vereceğimiz önem arz etmektedir. 23 yıllık peygamberlik görevi sürecinde Mekke’de ilk günlerde Müslümanlığı kabul edenler olduğu gibi, vefatından hemen önceki yıllarda yeni Müslüman olabilmiş insanlar da vardı. Peygamberimizin vefatından önceki Veda Hutbesini dinleyen 1oo binden fazla Müslüman olduğu belirtilmiştir. Acaba onu her gören insanı sahâbi sayacak mıyız? Her göreni sahabi saysak dahi, her sahabiyi günahsız, mükemmel insanlar olarak kabul edecek miyiz? İslam âlimler, bu meseleler yüzünden sahabileri çeşitli kategorilere ayırmışlar, Peygamberimizin yakın çevresinde bulunanları diğerlerinden ayrı değerlendirmişlerdir.
Hz. Peygamber döneminde yaşayan, onu gören herkesi de birden bire, hemencecik ahlâkı mükemmelleşen insanlar olarak görmemek gerekir. Bir insanın nefsinin terbiye olması, şeytanının alt edilmesi zor ve uzun bir süreç ister. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Peygamberimizin yakınında bulunan, onun eğitim çevresinde olan hiçbir sahabi, zina gibi bir günahı işlememiştir.
Diğer taraftan; o dönemde sahabiler topluca savaşa gittiği için, geride Medine’de kadınlar, çocuklar, sakatlar ve münafıklar kalmaktaydı. Kocası savaşta olan bir kadının bir başka erkekle gayrimeşru ilişki kurması, Hz. Peygamber döneminde çok nadir bir olay olmakla birlikte, yine de maalesef insanoğlunun olduğu her yerde mümkün bir vakadır.
Konumuz bağlamında bahsi geçen (gayrimeşru ilişki yaşayan) kişileri işte bu bakış açılarıyla değerlendirmek gerekir.
[1] Mevlana, Fihi Ma Fih; Meliha Ülker Anbarcıoğlu çevirisi, s. 137; Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi, s. 74; Ahmed Avni Konuk tercümesi, s. 82
[2] Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi, s. 254-255
[3] Tirmizî, İsti'zân 19, hadis nu: 2712; Buhârî, Umre 16. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercümesi ve Şerhi, c. 8, s. 39, hadis nu: 2202
[4] Müslim, İmare, 184. Kütüb-i Sitte Tercümesi ve Şerhi, c. 8, s. 36
[5] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 8, s. 36
[6] Keys kelimesine, “cinsel ilişkiye girmek” manası verilmiştir. Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 8, s. 37
[7] Buhârî, Nikâh 130, Umre 16; Müslim, İmâre 183-184. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 19. Riyazü’s-Salihin, hadis nu: 987; Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 8, s. 36, hadis nu: 2198, 2201
[8] Riyazü’s-Salihin Tercüme ve Şerhi, c. 5, 988. Hadisin şerhi
[9] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 8, s. 38, hadis nu: 2201
[10] Buhârî, Umre 15; Müslim, İmâre 180. Riyazü’s-Salihin, hadis nu: 988
[11] Riyazü’s-Salihin Tercüme ve Şerhi, c. 5, 988. Hadisin şerhi
[12] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 8, s. 36, hadis nu: 2199
[13] Tirmizî, Radâ 17, hadis nu: 1172; Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 8, s. 37, hadis nu: 2200
[14] Kütüb-i Sitte Tercümesi ve Şerhi, c. 8, s. 39