Semâ yalnız Mevleviliğe ait değildir. Hz. Mevlânâ'dan iki yüz yıl kadar önce yaşamış bir sufi olan Ebû Said Ebu’l-Hayr (ö.1049) zamanında da semâ yapıldığı kayıtlıdır.
Hz. Mevlânâ, Şems-i Tebrizî ile buluştuktan sonra semâ etmeye başlamış, ondan önce hiç sema etmemiştır. Mevlana, vakte ve nizama bağlı kalmaksızın, ölümüne kadar -vecd hali zuhur ettiğinde- sema etmiştir. Toplu olarak yapılan semâ dahi onun vecd haline bağlı idi.
Hz. Mevlânâ, sema esnasında vecd halinde iken her şeyde Allah’ın varlığını ve birliğini müşahade ettiğini belirtmiştir. Nitekim sema hakkında Mesnevi’de şöyle demiştir: “Hak yolunun yolcuları, raksı, oynamayı, nefis savaşı meydanında kanlara bulanarak yaparlar. (Yani onlar nefslerini yendikleri için kendilerinden geçerler de ruhanî oyun, gönül oyunu, aşk oyunu oynarlar.) Varlıklarından, benliklerinden kurtuldular mı ellerini çırpar, kendi noksanlarından, hatalarından sıyrıldılar mı manevî bir neşe duyarlar da semâa girerler. Onların mutribleri (çalgıcıları), gönüllerinden def çalarlar. Denizler bile onların coşkunluğunu görüp dalgalanır, köpürür. Ey gafil! Sen görmüyorsun, ama Hak âşıklarının coşkunluğundan yapraklar bile dalların üstünde el çırpmakta, oynamaktadır. Dalların el çırpmasını görmüyor, onların çıkardıkları neşe seslerini, zikirlerini, tesbihlerini duymuyorsun değil mi? Bunları duymak için can kulağı gerek; ten kulağıyla duyulmaz ki!”[1]
Mevlana sema’da uzun müddet kalır, bazen durması için ricada bulunulurdu.
Hoşa giden veya manalı bir ses veya ilahi bilgiler (maarif) saçarken vecde gelerek sema ettiği olurdu. Selahaddin Zerkub’un dükkanından gelen çekiç seslerine veya bir meyhaneden gelen rebab sesine ayak uydurarak sema etmeye ve dönmeye başladığı meşhurdur.
Mevlana evde, sokakta, pazarda, Meram medresede, bağda, değirmende, Meram mescidinde, Ilıca’da, Konya meydanında, düğün merasiminde vecd halinde sema etmiştir.
Müzik (rebab, def, ney, zurna, nakkare) ve koro (gûyende) eşliğinde sema esnasında şiir söylediği, Mesnevi’den bazı parçalar okunduğu olurdu.
Başlangıçta sema zamanı, Mevlana’nın vecd hallerinin
gelişine bağlı görülmektedir. Onun herhangi bir heyecan uyandıran bir hali, bir
sözü veya nüktesi veyahut bir kerameti gibi hal ve hareketler, başta kendisi
bulunmak üzere toplu halde bir semaa vesile oluyordu. Ölümünden sonra
Hüsameddin Çelebi, ihtimaldir ki pirinin hatırasını anmak ve onun en çok
sevdiği bir âyinin sönmemesini sağlamak maksadıyla her Cuma namazını müteakip
Kur’an okunduktan sonra toplu bir halde sema yapılmasını esas haline getirdi.
Sema dindikten sonra yemekler yenirdi.
Semâ, sonradan Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled ve
Sultan Veled’in oğlu Ulu Ârif Çelebi zamanından başlayarak Pîr Âdil
Çelebi zamanına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizâma
bağlanmış; icrâsı öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Böylece XV. yüzyılda son
şeklini alan Semâ Âyini’ne daha sonra sadece XVII. yüzyılda Nâ’t- ı Şerîf
eklenmiştir.
Semâzen kıyafeti de Mevlana’dan
sonraki süreçte, günümüzdeki şekli almıştır. Yani Mevlânâ, günümüzdeki semâzen
kıyafeti ile semâ etmemiştir.
Konya Mevlânâ Dergahı’na
Semâhâne bölümünün, Hz. Mevlânâ'dan sonra, XVI. yy.da Kanuni Sultan Süleyman
zamanında yapıldığı belirtilmektedir.